14 Şubat 2011

Erkek Adam

 


     Son derece sıkıcı geçen bir partinin ortasındaydım. En azından benim için sıkıcıydı. Ama yanımda duran, dili, sarışın bir fıstığın ağzının içinde olan adamın hiç de sıkılır gibi bir hali yoktu. Sıkıcı bir partiydi. Duran bir arabanın içinde beklemek kadar sıkıcı… Etrafımdaki onca insan kahkahalar içindeydi. Tamam, alkolün verdiği etkiyi yok sayamam ama hayatın diğer evrelerinde de aynı… İnsanların kahkahalarında mutluluk var. Bunu nasıl beceriyorlar?
      
     Yalnızlığım iki kilometre öteden belli oluyordu. Bağrışmalar, kahkahalar ve çalan müzik… Tek duyabildiğim bunlar. Ne işim var benim burada, diye geçirdim içimden. Amerikan filmlerinde dalga geçilip, sonu tatlıya bağlanmayan o ezik çocuğa benzetebilirdiniz beni sırtımı duvara dayamış, yalandan yere kafamı sallayarak müziğin ritmine katılırken. Cebimde olan elimle,  cebimdeki buruşuk sigara paketinin içinden bir tane çekip aldım. Sigarayı ağzıma götürürken tam o esnada gözümün önüne yanmakta olan bir Zippo fırladı. İrkildim ve kendimi korumak adına kafamı geri çekerken duvara vurmamla beraber saliselik bir an içerisinde aklımdan şimşek hızıyla geçen “acaba sövsem mi teşekkür mü etsem” ikilemindeki seçimim, karşımdaki güzelliği görünce teşekkür etmekten yana oldu.
      
     Halime gülüyordu. Ama daha çok çizgi filmde ayağı takılıp düşen karaktere gülen çocuk gibi. Dalga geçer gibi değil. Loş ortamın içinde inci gibi dişleri piyasaya çıkıyordu. Emici dudakları vardı. Ve sanki kız evden çıkmadan önce ileri seviyede telepati yapıp aklımı okuyarak saçlarını kafasının üstünde toplamış ve araya dağılmasınlar diye kalem sokmuştu. Bilirsin, ucuz erotik filmlerdeki kadın oyuncular gibi… Omuzları açık siyah bir elbise vardı üstünde. Hayır, aklındaki görüntüyü sil, tamamen açık değildi. Askıları vardı ve askının biri sanki bu güzelliğin önünde dayanamayıp aşağı düşmüştü. Saçları kızıldı, alev alev yanıyordu. Tıpkı vücudu gibi… Elbisenin dekoltesi oldukça dikkat çekiciydi. Ya da muhtemelen biraz aşağı kaydığı için göğüsleri daha çok “Ben buradayım.” diyordu. Ki bu durum hoşuma gitmedi diyemem.
     
     “İyi misin?” diye sordu o güzel yüzünü acımsar şekilde buruşturarak.
     “Erkek adama bir şey olmaz.” diyebildim. Tabi o anda yüzümde gülümseme vardı. O kadar da hanzo değilim.
     “Ama sana olmuş gibi. Büyük ihtimalle acıdan dolayı suratın buruş buruş ve hala kafanı ovuyorsun.”
     
     Elinden çakmağı aldım ve sigaramı yaktım. İlk nefesi çekerken içime dolan dumanın içindeki o dört bin çeşit zehrin hepsini ayrı ayrı hissettim. İşte bunu seviyordum.
     
     “Şimdi iyiyim işte.” dedim.
     Fazla sigaram olup olmadığını soran cümlesiyle başlayan muhabbet yarım saate yakın sürdü. Daha sonra ikimize de birer bira alıp bir yarım saat daha konuştuk. Son yarım saatte ikimiz de sarhoş olmuştuk. Aslında sarhoşluktan çok daha öte bir şeydi bu. Üç-beş birayla sarhoş olmam mümkün değildi. Hatta kafam güzelken daha önce hiç olmadığı halde o son yarım saatlik konuşmamızda beyin orgazmı bile olmuştum. Hem de birkaç sefer. Ve konuşmanın özeti ise, o 21. yüzyıl meleğiydi, bense çağın kovboyu… Diğer kızlar gibi değildi o. Hemen belli ediyordu kendini. Anı yaşıyordu. Oluruna bırakıyordu. İnceldiği yerden o kopartıyordu. Tıpkı benim gibi.
      
     İyice uçuyordum. Daha önce hiç uçmadığım kadar bu sefer gerçekten uçuyordum. Muhabbet sırasında konuyla alakasız şeyler hakkında düşünceler ve düşler kuruyordum. Arada bir salonun ortasında çökertmeyi andıran hareketlerle dans eden çocuğa kilitleniyordum. Hatta bir ara resmen saçmalayıp kendimi rezil ettiğimi ertesi sabah şu seslerle hatırlıyorum: ‘Hışır hışır hışır…’ Kız gülme krizine girdiği için ne dediğini tam olarak anlayamamıştım ama “Kriz mi geçiriyorsun?” gibi bir şey söylemişti. Şimdi daha iyi hatırlıyorum. Alkolün verdiği etkiyle içinde bulunduğum rüyada kitap sayfalarını çeviriyordum. Hatta elimle de hayali kitabı tutuyordum. Bir daha asla içmeyeceğim.
      
     Yüzümü yıkamam gerektiği nihayet anlayıp tuvalete yöneldim. Belki kusacaktım da. Etrafımda yüzlerce kişi varmış gibi hissediyordum çünkü artık çift görmeye başlamıştım. Müziğin ne olduğunu seçemiyordum ama sanki kulağımın dibinde hatta başımın içinde çalıyordu şarkı. Sarhoşken zaman çabuk geçer. Ne zaman geldim buraya, nerden geldik bu muhabbete, ne çabuk bitti bu şarkı, en çok kullandığım cümlelerdir sarhoşken. Tuvalete de saniyeler içinde gitmiştim sanki. Halbuki dakikalarca yerini aramış hatta birkaç kişiye sormuştum.
   
     Hatırlayabildiğim birkaç şey ise sağda solda sevişen çifter, susan bir kız, dans eden gençler… Sanırım bir de kedi gördüm. Hayal görmüş de olabilirim. Çeşmeyi açtım ve avucuma doldurduğum soğuk suyu yüzüme çarptım. Birkaç sefer tekrarladım bu hareketi. Aynaya baktım. Yüzüm kıpkırmızıydı. Gözlerim kısılıp çizgi haline gelmişti. Açmaya çalıştım gözlerimi ama tek yapabildiğim kaşlarımı kaldırabilmek olmuştu. Hatta birkaç dakika aynaya bakarak hiçbir zaman kaldıramadığım sol kaşımı kaldırmaya çalıştım. Gelenek bozulmamıştı. Sol kaşımdaki kaslar yine çalışmadı ve resmen bu yüzden orda oturup ağlayacaktım. Ama kaşım kalkmadı diye değil. Sadece gözyaşlarım birikmişti. Ağlamanın tuvalete gidip bir güzel boşaltmaktan bir farkı yoktu benim için.
     
     Kendime gelirim diye düşündüm ama gittikçe daha kötü oluyordum. Karşımda gördüğüm ilk kıza yazmaya karar verdim. Ve şanslıydım ki o gece partide pek de bacaklı bacaklı kızlar olmamasına rağmen karşıma bacaklı bir kız çıkmıştı. Kast ettiğim şey bacaklarının uzun olmasıydı. Severdim. Kız taş gibiydi. Afyon mermeri…
      
     “Merhaba bayan yardımcı olabilir misiniz rica etsem?”
     “Yapabileceği bir şeyse...” diyerek beni şaşırttı. Rol mü yapıyordu acaba?
     “Şu an gerçekten uçmuş durumdayım ve kayboldum. Arkadaşımın yanına götürseniz..?” dedim. Gülümsedi. Hoşuna gitmiş gibiydi ve gözleriyle takip et komutunu verdi. Teğet geçip yanımdan ayrıldı ve merdivene doğru gitti. Beni yukarıdaki odalardan birine atacaktı sanırım. Gitmedim. Bu kadar basit olmamalı. Kadınlar da, aşk oyunları da… Zorlamalılar. Ama şu da bir kesin ki kadınlardan gelen prim tadındaki davetleri hiçbir erkek unutmaz. Hangi erkek olursa olsun…
      
     Ben gitmedim diye şu an o afyon taşının başka bir erkekle olduğundan hiç şüphem yoktu. Bira içerken takıldığım kızın yanına gittim tekrar. Nasıl olduğumu sordu. Gerçekleri söyledim.
      
     “Erkek adama bir şey olmaz lafı dünyanın en büyük yalanı.”
     “Bu gece bana emanetsin.” dedi. Ağır sorumluluk almıştı.
     “Senin yüzünden sarhoş oldum. Ne yaptın bana sen?”
     “Güzelliğim seni sarhoş etti aslında. Yapacak bir şey yok.”
     “Ah, bunu yapma işte. Bir kadın kendine iltifat etmemeli. Ben neciyim burada.”
     “İltifatlarını gecenin ilerleyen saatlerinde evimde duymak istiyorum. Hem o zaman iltifat etmek için daha fazla bahanen olacak. Görsel açıdan…
     “Vaay! Güzel anlaşma. Kabul edildi.”
     “Hadi şu son biralarımızı içelim, çıkalım. Bunalmaya başladım burada. Sen içmeye başla şunu, geliyorum hemen, tamam?”
     “Çok bekletme, başkaları alır götürür sonra.”
      
     Gülümseyip yanımdan ayrıldı. Gidiş o gidiş. Gözlerimi açtım. Daha önce hiç görmediğim bir tavan ve abajur gözümüm önüne ilk gelendi. Sabah olmuştu. Güneş yarım açık kalmış perdenin arasından içeri tam da yüzüme vuruyordu. Kuşların çıkardığı ses dalgaları menteşesi kırık düştü düşecek pencerenin aralığından içeri giriyordu. Çeşit çeşit kuş sesi... Sanırım orman gibi bir yerdeydim. Kafamı sağa çevirdim. Yattığım yatağın hemen dibindeki küçük bir masanın üzerinde gümüş rengi ya da gümüş bir maşrapa gördüm. Bir umutla elime alıp içindeki suyu ağzıma döktüm. O kadar susamıştım ki suyu içmiyordum, adeta mideme deliksiz basket atar gibi döküyordum. Ayağımın ucunda duran yağdanlığa gözüm ilişti. Serseri gülüşü yüzümde oluştu. Gece demek ki yağ kullanmıştım. İğrençti ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Tek bildiğim demek ki kayganlaştırıcı krem bulamadım. 

     Bazen gece beraber olduğum o melek yüzlü kadınlar ertesi sabah kalktığında o melek yüzlerinden eser kalmıyor. Hepsi mi külkedisi bunların da, saat on ikiyi geçince evrim geçiriyorlar. Umarım bu sefer öyle olmaz umuduyla yanımda uyumakta olan kızın boynuna yumuşak ama tahrik edici bir öpücük kondurmak için soluma döndüğümde… Öylece kaldım. Sonra başım sola kaydı. Tıpkı sahibinin ne yaptığına anlam veremeyen bir köpek gibi… Ve en kötüsü en son içtiğim biradan sonra gelişen hiçbir şeyi hatırlamıyordum. Buraya ne zaman geldin, nasıl geldim, burası neresi… Hiçbir şey bilmiyorum. Ve soruların en korkunç olanı ise yanımda yatan bu çıplak adam kim? Kimi geç, neden burada yanımda çıplak halde uyuyor? Şu anda bile gözümüm önüne gelince… Allah’ım..! Hayatımın en kötü anıydı. Yanımda bir de kitaptan yırtma bir kağıt parçası vardı. Ön tarafında sayfa numarası ve eksik bir cümle vardı. Arkasını çevirdiğimde ise bir not:
    
“Merhaba. Ben akşam konuştuğun şu sarhoş edici kız. İlginç daha isimlerimizi bile bilmiyoruz. Şu an yanında yatan adam akşam partideydi ve senden çok hoşlandığını söyledi bana. Bu yüzden yanına gelip nasıl bir erkek olduğunu anlamak için muhabbete girdim seninle ve senin o biçim bir erkek olmadığını anladım. Biz de mecburen birana ilaç katmak zorunda kaldık. Bu ilaç seni o kadar uyuşturdu ki hiçbir şey hatırlamayacak haldeydin. Kısaca seni tuzağa düşürdüm. Umarım eğlenmişsindir. Ne demişler, “tecavüz kaçınılmazsa, tadını çıkar.”
    
     “Sürtük.” diyebilmekti tek yapabildiğim. Kendimden utanıyordum. Hemen giyinip uzaklaştım o mekandan. Kendimi kadın gibi hissediyordum. Gece boyunca duygularıyla oynanıp, kandırılmış, sonra da bir et yığını gözüyle bakılıp faydalanılmış… Kadın olmak gerçekten çok zor… Ben de aynı durumdaydım o anlık. Geceyi sevişerek geçirdiği evden yürüyerek ayrılan bir kadından tek farkım, başımı önüme eğmeden ve kollarımı birbirine bağlamadan yürümemdi. Sahi, her kadın yaşıyor mu acaba benim yaşadığım bu durumu. Eğer öyleyse dünyaya erkek olarak geldiğime şükürler olsun. Her zaman dediğim gibi… Dünyaya kadın olarak gelseydim lezbiyen olurdum.

     Allah’tan geceyi dair bir yerden sonra hiçbir şey hatırlamıyordum. O yüzden kendimi toparlamam çok uzun sürmedi. Kısa sürede kendime geleceğimi evime dönerken anlamıştım. Hala erkek adamdım. Çünkü ellerim hala yağlıydı ve düzgün bir şekilde yürüyebiliyordum.