02 Nisan 2011

Aşk Mucizeleri Sever

     Biraz (hatta oldukça) geç kaldığımı biliyorum ama yayınlamamam gerekiyordu. Sikten bir sebep üzerine hem de... Olsun...

     Kindar biri değilim. Dostum düşmanımdan fazladır. Hümanistim. Herkesi sevebilirim.

     Ama bazen toplumdan nefret ediyorum. Kin kusabiliyorum. Beni benlikten çıkaranların sorumlusu gerizekalı, düşünmekten kilometrelerce uzak olan, “realist olmayan boktan şeyler olsa da para verip de inansak” modunda solumaya devam eden insanlar. Pek çok şey var aslından beni benlikten çıkaran fakat burada sadece tek bir konudan bahsetmek istiyorum. 


     Film ve dizi kalitesinin teknolojiyle birlikte gittikçe geliştiği, daha çok izlenesi yapımların olduğu bir dünyada benim ülkem neden geri kalmakta?  Şimdi bunun tek bir sebebi olamaz elbette. Her birini ayrı ayrı ele alıp incelememek haksızlık olur. Ama benim yandığım konu ‘zihniyet’. İnsanlar kandırılmak ister. Benim insanım ise ‘kazıklanmayı’ ister.

     ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ gibi bir deli saçması filmi, pozitif yönde elle tutuşur bir şey olmadığı için negatif yönden eleştirirken yukarıdaki yazdıklarımdan bahsetmeden geçersem, neden bu filmi sevmediğimi (bu konuda yalnız değilim emin olun fakat azınlıktayız ne yazık ki) daha iyi anlayacağınız gibi aynı zamanda, sevenlerin bu filmi izlemelerini kötü bir hayat tecrübesi olarak hafızalarına kazımalarını isterken, sevmeyenlerin ise daha çok sevmeyip cümle alemi bu filmin nasıl boktan, ‘saadet zinciri’ gibi insanları kandırıp paralarını aldıkları bir oluşumdan farkı olmadığını inandırmalarını istiyorum.

      Dediğim gibi insanlar kandırılmak, yalanlara kanmak ister. Gerçeklerden uzak kalmak ister. Özellikle kadınlar… Çünkü kadınlar erkeklere nazaran daha çok hassastır. Örneğin; hangi kadın çirkin olduğu gerçeğini duymak ister ki? Bu reddedilemez gerçeği iyice benimsedikten sonra anlayalım ki bir şeyleri gerçekten isteyen insan buna para öder. Ve bu vesileyle çeşitli tuzaklar, tezgahlar, çelmeler kurulup insanların paralarını kendi cebine atılır.

     Konudan iyice uzaklaşmadan ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ e geri dönmek istiyorum. Şimdi bir film hayatın her alanında bir şeyleri yolunda gitmediği gibi kötü olabilir. Çeşitli sebeplerle kötü olabilir, kalitesiz, bir boka benzemeyen bir şey olabilir. Bunu yadırgayamayız. Bu filmin kötü olduğunu bariz, akıl ve mantığı ön planda tutan her birey kolaylıkla anlayabilir. Böyle bir gerçeği atlayamaz. Tabii ki duygusal zekayı bir süreliğine off moduna getirirse.

     Hmm… Şu da bir gerçek ki  kadınlar, bu off butonunu kullanmada erkeklere göre daha çok zorluk çekerler. E bir de işin içinde aşk varsa eyvah ki ne eyvah!

     Tamam, dünyanın ilk aşk filmi ‘ATS’ değil tabii ki ama ülkemizde sinema çapında görülen son darbe bu filmdir. Neden peki bu filmin üzerine bu kadar yükleniyorum? Hani bazı şeyler yaşarsınız, bu şeyler sinirlerinizi yerinden oynatır, hayatınız alt üst eder, yaşam sevincinizi emer ya... Daha sonra tahammül seviyeniz, sabır taşınızın health çubuğu dolmak üzeredir. Ve sonra ufak bir kıvılcım, kavga, sürtüşeme, laf, adını siz koyun artık o her neyse sabır taşınızı çatlatır. Sıçtığınız bok kadar değeri olmayan şey yapabilir bunu. He işte, bu film bahsettiğim sıçtığınız boktur.

     Her yerde bir aşk teması, her yerde bir gözyaşı, ağlama, zırlama… Aşk ne zamandır salt ızdırap haline geldi. Aşk güzel bir şey değil miydi? İşte bu filmi beğenenleri gördükçe ‘ATS’ filmi de bardağı taşıran son damla olmuş ve beni benlikten çıkarmıştır.

     Bu, keşke yapılmasaydı dediğim filmin içeriğini uzun uzun anlatmayacağım. Sözüm sadece filmi izleyip beğenenlere. Allah aşkına nesini beğendiniz? Sinema zevkiniz bu kadar düşük, bu kadar beklentisiz olamaz. Sizler insansınız, unuttunuz mu? Hatırlatayım isterseniz, sizin aklınız var, düşünebilirsiniz. Ne mutlu değil mi sizlere? Böyle bir filmi nasıl beğenirsiniz?

    Eğer gerçeklerden tamamıyla uzak, tamamıyla hayal ürünü, meta-fizik bir film istiyorsanız, böyle filmleri izleyip gözyaşı israfı yapmak istiyorsanız çok daha kaliteli, seviyeli, sizi, düşünce dünyanızı ve sinema zevkinizi geliştirebilecek filmler var. Bu kadar ucuza satmamalısınız kendinizi.

     Bazı insanlar biliyorum, bu filmin gerçek olabileceğine öylesine inanmış ki, artık Kur’an dan ayetlerle ‘her insanın dünyaya bir geliş amacı vardır’ hipotezini yanına alıp inanıyor. Yahu bu filmde vuku bulan mucizeler peygamberlerin başına gelmemiştir. Kime neyi kazıklamaya çalışıyorsun.

     Yok, kadının hayatının startına esas oğlan sebep vermiş! Sonra da kadın borcunu esas oğlana kalbini vererek yaşamasını sağlamış! Bak bak bak… Ne kadar romantik! Ulan ölüm ne zamandır romantik bir hal aldı, ne oluyoruz, bir soluk alın.

     Aşık olduğum kadının kalbine taşımak bana gün batımını izlemekten zevk verecekse sikmişim öyle zevki! Sen kalk hayatının ilk aşkını yıllar sonra bul, müstakbel kocasından çal, ye iç sik, sonra o ölsün ben de içimde onun kalbini götüreyim sağa sola.

     Hani anılar? Hani o yaşanan sıcak, hayatın anlam bulduğu dakikalar? Ben her gittiğim yerde bu anıları bana tekrar tekrar hatırlatacak bir şey taşıyorsam içimde, hele bu şey kalbimse ve sonuç yüzümde gülümsemeyle denize karşı bir bankta yavşak yavşak gülmekse hemen şimdi öldürün beni.

     Ya o Burak karakterine ne demeli? Olan asıl o adama oldu. Ağlayacaksanız eğer, işte o adama ağlayın, sabahlara kadar yas tutun. O adamın ne suçu, ne günahı vardı anasını satayım? Zaten son zamanlarda almış başını gidiyor ‘aldatan kadın’ furyası. Hemen hemen her dizi ve filmde illa bir kadın sözde ağışım dediği adamı boynuzluyor, bir adam da boynuzlanıyor. Ve o adam hep masum… Tamam, ne kadar ilişkisinde hataları olmuşsa da gidip de hemen başka bir erkeğin altına yatmak ne zamandır hak oldu. Hep böyle bir kadın aldatır, ‘aman ha en ufak bir hatanızda gider birine verir’ tetiklemesi… Kimin güvenini kırmaya çalışıyorsunuz? Aşk gibi güzel ve değerli bir şeyi ayaklar altına alıp çiğneyip ve bir de hiç utanmadan, yüzünüz kızarmadan ‘bakın aşk budur’ diyebiliyorsunuz. Söyleyin hangi biriniz o zavallı Burak yerinde olmak isterdiniz?

     Burak soruyor cebinde kalan bir tutam umutla: “Yattın mı onunla?”

     Kadın cevap veriyor suratı buruşuk, küçümser bir şekilde: “Sen zaten ancak bunu sorarsın!”

     Şunu bilin ki dostlar, eğer bir kadına bu tarz bir soru sorup da cevabı bu tarz bir üslupla alacak olursanız, bilin ki boynuzlandınız, geçmiş olsun.

     Gözlemlerim doğrultusunda bunu söylüyorum inanın ki aldatıldınız. Hatta bu hipotezimi destekleyecek filmler, diziler ve olaylar biliyorum. Bu durum hiç sekmez, sekmedi. Çünkü kadının itiraf etmeye yüzü yok. Erkeğin de yoktur eğer aldatırsa ama böylesine ucuz bir numara, hep aynı taktikle inkar etmez.

     Nişanlı bir kadın, nişanlısından sadece üç hafta ayrı kaldığı bir zaman diliminde, yolda tesadüfen! gördüğü çocukluk resminin nerden geldiğini, yıllar önce daha bebeyken aşık olduğu bir adamın resim galerinde sergilediğini öğreniyor. Sonra bu yabancı (çünkü aradan yıllar geçmiş hala çocuk değil ya) adamla takılmaya başlayarak aşık! olup altına yatıyor. Ve utanmadan nişanlısı elinde muhteşem bir yüzükle evlenme teklifi ederken bunu yalanların arkasında saklanmayı başaramayıp inkar ediyor.

     Şimdi düşünme zamanı İNSANLAR! Eğer ki bir erkek aynı şeyi yapsaydı şerefsiz, ahlaksız, am-salak, abazan, sadakatsiz, orospu çocuğu, kansız, tıynetsiz ve aklınıza gelebilecek her türlü aşağılık kelime üstüne damgalanmaz mıydı???

     Ama bunu bir kadın yapınca çocukluk aşkı, masumiyet, romantiklik, erdem, dürüstlük, gerçek aşk! ve ‘ayy canım ya ölürüm ben sana be’ gibi içinde bütün iyi ve meleksi sıfatları bulunduran bir damga veriliyor bu filmde.

     Sizce bu mantıklı mıdır? Aşk bu mudur yani? Erdem bu mudur?

     İşte bayıldığınız, hüngür hüngür ağladığınız muhteşem filmin işte asıl yüzü bu? Birazcık empati kurun. Hangi biriniz, kadın ya da erkek fark etmez, hangi biriniz Burak karakterinin yaşadıklarını ister? Sizin başınıza gelmesiniz istemediğiniz şeylerin başka birinin başına gelmesini normal karşılamayı bırakın o halde. İşte o zaman ‘dürüstüm ben’ deyin. İşte o zaman yaptığınız şeylerin arkasına saklanmak zorunda kalmazsınız. Önemli olan ‘niyet’.

     Ve bir kadını, hayatını bu kadın üzerine kurmaya kalkan aşık bir adamın elinden çalmak nasıl bir erdemdir ki siz bunu romantiklik olarak algılayabilirsiniz? Bu kadar düşemezsiniz, yapmayın!

     Birbiriyle bağlantılı imkansız tesadüfler zinciri mucize sıfatını kazanır. Filmin adını yanlış koymuşsunuz. Dürüst olup ‘Aşk Mucizeleri Sever’ ismini vermeliydiniz ki insanlarda romantik film izlemeye gittiklerini sanmazlar, bilim-kurgu bir filme gittiklerini bilirlerdi. Ama sizi de anlıyorum o zaman ne kadar izleyici kitlesi olurdu ki? Ne kadar para kaldırırdınız ki? İnsanları kandırıp soymak… Başka bir şey demeyin buna, bari bu kez dürüst olun. Ve toplumu yanlış yönlendirmeyi bırakın. İnsanları pişman olacakları şeyleri yapma gazı vermeyin. Bazılarımız yemedik. Ama çoğumuz saf, ne yazık ki yedi.

     Ve son sözlerim olarak filmde geçen bir şarkıyı bu kez gerçekten en öznel yaklaşımımla eleştirmek istiyorum. ‘Eylül akşamı’ şarkısı... Filme darbeyi vuran şarkı bu olmuştur seven izleyici kitlesine soracak olursan. Ve sonra Türkiye’de dinleyici kitlesi az olan bu tarz bir şarkı bir patlama yaptı ki sormayın. ‘Belki benim kağıt param bir şekilde döne dolaşa senin cebine girmiştir.’ Şimdi bana göre bu söz romantik midir, tabii ki hayır. Ve ben şimdi bu sözü beğenmeyince ‘odun’ oluyorum. Daha ne romantik sözler varken ben bu pis, iğrenç, dünyadaki hemen hemen bütün sorunlara sebep olan paradan bahsederken nasıl romantik duygular kıpırdanır içimde?

     Arabesk dinlemem, alakam yoktur ama soracak olursanız filmdeki tek güzel şey filmin başındaki Müslüm Gürses’in şarkısıydı. Bence bu şarkı bitince film de bitmeliydi. O zaman daha makbule geçerdi.

     Sonuç bölümüne girmiş bulunmaktayım. Film berbattı. Filmi beğenenlerse ise tam bir felaket… Bu kafayla biz daha çoook bekleriz Hollywood seviyesine gelmeyi. Bıraktım Hollywood kalitesinde Türk yapımı film izlemeyi, ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ gibi bir filmi seven, destekleyen insan zihniyetinin sahip olduğu ve ısrarla değişimi kabul etmediği bir ülkenin son durağı neresi olur, hüzünle düşünmeye başladım.

.   .   .